30 Nisan 2008 Çarşamba

YAŞASIN BİR MAYIS

(Başlığı çok sloganvari bulanlara açıklamamdır: Eğer gerçekten böyle düşünmüyor olsaydım, daha az ya da çok hissediyor olsaydım bu başlığı atmazdım sanıyorum)

Sıcaktı, hem de çok. Kimse havanın o denli sıcak olmasını beklemiyordu. Aslında havadan hiçbir şey beklemiyorduk. Tipik İstanbul havasıydı işte, tahminleri takip etmeyi çoktan bırakmıştık. Tahminsiz insanlara yakışır şekilde kalın giyinmiştik. Ben üzerimdeki ince sayılmayacak montu çırakabilmiştim ama giydiğim uzun kollu gömlek bile fazla geliyordu.



İşte buluşmuştuk. Çok kalabalıktı. Eğer oradaysanız, mitingler, hadi toplaşmalar diyeyim en yasak haliyle, hep çok kalabalıktır zaten.

Yürümeye başladık. Yanımdaki çok sevgili dostumun ne olursa olsun beni bırakmayacağını biliyordum. Yola çıktığımızda elimi avucunun içinde tüm gücüyle kavrayışı bu konuda sözcüklere sığmayacak güveni çoktan vermişti. Biri elinizi öyle tutsa, gözünüze öyle baksa, canınızı verirdiniz.



Koca caddeye kalabalık bir kitle olarak yayıldığımızı hatırlıyorum.

Yaşamdan, dünyadan ne istiyorsak onu haykırıp yürüyorduk. Yol kenarlarında dizi dizi binalardan korkuyla uzanıp bakanlar; bizi biraz ürkerek, biraz kızarak ama hiç anlamayarak izleyen gözler, o anda ne kadar özgür olduğumuzu hatırlatmaktan öteye gitmiyordu. Biz sokaktaydık, söylediklerimizle oradaydık ama onlar bakamıyorlardı bile. Anneler merakla izlemeye çalışan çocuklarını içeri çekiyordu. Herkesi selamlayarak yürüdük.

Çok uzun yazmama kararı aldım nicedir. Peki şöyle diyeyim, çok güzel bir gündü. Bütün samimiyetimle söyleyebilirim ki, kendimi hayatımda o güne kadar ve ondan sonra, o kadar mutlu hissettiğim bir gün olmadı.



Eğer şimdiye kadar yapmadıysanız, isyan ettiğiniz herhangi bir konuda sokağa çıkmayı deneyin. Sesinizi, sizin gibi düşünenlerin sesine katın. Biri sizin elinizi bırakmayacak gibi tutsun.

Uzun zaman geçti... Yine 1 Mayıs... Adil bir dünya için...



16 Nisan 2008 Çarşamba

YORGUNUM

Bugünlerde bahar yorgunluğunun vücut bulmuş şekliyle dolanıyorum ortalıklarda. Her yıl olur. Ne zaman ki ağaçlar çiçek açar, şairlerin çok sevdiği ifadesiyle dallara su yürür, ben kendimi oradan oraya atmaya başlarım.

Bu yıl daha bir beter bastırdı yorgunluk. Babam daha soğuklar olur, bahar gelmedi diyor ama vücudum bu teze inanacak gibi değil. Ellerimde, kollarımda, bacaklarımda külçe külçe ağırlık, beynimde bir uyuşukluk... Göz pınarlarım yanıyor. Her hareket ettiğimde vücudum hareket etmiyor da biri onu taşıyor gibi, o biri de benim hatta. Akşamlarım nasıl geçiyor, yatağıma nasıl sürünerek gidiyorum, hiç sormayın.



Şimdi yorgun olduğumu öğrendiniz ve bir yazı kotarmanın şu durumda benim için ne kadar zor olabileceğini. Ama geleceğim, merak etmeyin, en kısa zamanda buradayım.



Bir dahaki yazıya kadar hep birlikte düşünelim isterseniz, insan kendine söylediği yalana inanır mı? İnanır da yalan gerçek olur mu? Olmazsa o yalan büyür büyür o hayatı ele geçirir mi? Size bir kolaylık yapıp buradaki yalanı da, yalanları söyleyeyim: “Nereden çıktı bu sapık, hiç haberimiz yoktu, toplumun yüz karası, vahşet, hiç olmazdı bak görüyor musun, bir tane çıktı, o da bu gelini buldu...”



Hadi bir kişi kendine söylediği yalana inanır da, koca bir insanlar topluluğu aynı yalana inanır mı be kardeşim.



Peki biz, hayatımız boyunca gardımızı, etrafımızdaki olası saldırganlara karşı tüm önlemleri, kıyafetimizden sokağa çıktığımız saate kadar düşünüp alarak yaşamaya alışkın biz kadınlar bu yalana inanır mıyız?



İki gözüm eminim biz varız, onlar da!