9 Ekim 2008 Perşembe

GÜLE GÜLE TANJU

Üniversitedeydik, 1990’lı yılların başıydı. Zor yıllardı. “Yeni bir söz söylemek için ölmek mi gerekir?” sorusunun yanıtını arıyorduk. Okumanın, sohbet etmenin, müzik dinlemenin, akşamları demlenmenin anlamının şimdikinden çok farklı olduğu yıllardı.

Ezginin Günlüğü dinlerdik, hem de çok. Aşık olur dinlerdik, kavuşur dinlerdik, hasretlik olur dinlerdik, derdimizi anlatamaz dinlerdik. Yıllarca dinledik. Her şarkının her bir sözü, her tınısı hayatlarımızda karşılığını buldu. Hayatımız öyle geçecek sanırdık, her öğrencide olduğu gibi. Yıllar geçti, kimimiz az, kimimiz çok ama hepimiz değiştik.

Sanırım iki hafta önceydi. Bir kitapçıda dolaşırken raflardan birinde rastladığım “Bahçedeki Sandal” albümünü, ilk gençlik yıllarıma sarılır gibi elimde uzun süre tuttuğumu hatırlıyorum. Aldım, eve geldim. Dinledim, dinledim. Geçmiş yıllarda kalmış duygularımı yokladım, kaybettiğim, izini yitirdiğim dostlarımın, ağzımda şarap tadıyla andığım ilişkilerimin izini şarkılarda buldum. Albümün kapağını okudum. Tanju Duru ve Cüneyt Duru yazıyordu birçok şarkının altında.

Tanju’yla günün birinde yollarımızın kesişeceğini hayal bile edemezdim. Yıllar önce, Ezginin Günlüğü şarkılarını dinlerken, onların yaratıcıları bizim için öyle uzaktı ki... Sanki hiç yoklardı, aramızda yaşamıyorlardı, aynı havayı solumuyorduk, ulaşılmazlardı. Ama, işte, tanımıştım içlerinden birini.

Birlikte kamp kurdum, hayatımın en uzun dolayısıyla zorlu, bir yandan bana yaşadığımı hissettiren yürüyüşlerini yaptım. Kamp yerlerinde geceleri karanlık korkumu ona fısıldadım, sıcaklığı ve rahatlığıyla avundum. Doğayla, hayvanlarla, kedilerle, köpeklerle sakınması olmadan kurduğu ilişkisinden payıma düşeni öğrendim. Tanju’yla müzikten, sanki benimle aynıymış, müzikle ilişkisi dinleyici olmaktan ibaretmiş gibi rahat sohbet edebildim.

Sadece iki hafta önce Bahçedeki Sandal albümünü dinliyordum. İki hafta sonra güzel, güneşli bir sonbahar gününde, Moda sahilindeyken çaldı telefonumuz. Tanju’nun kaza geçirdiği söyleniyordu. Niğde’de, dağlarda olduğunu biliyorduk ama ne kazası geçirmişti? Trafik kazası mı, dağda mı başına bir şey gelmişti, durumu ağır mıydı? Durumu ağır demişti telefondaki ses ama haberler alıcıya gelene kadar değişmez miydi? Durumlar abartılmaz mıydı böylesi anlarda? Çaresiz yeni bir haber beklemeye başladık. Telefonumuzun yeniden çalmasının üzerinden çok geçmedi. Kara haber tez duyulur sözünü doğrularcasına hepimiz hızla öğrendik onu kaybettiğimizi.

Biz yolumuza devam ederken bir kez daha bir arkadaşımızı arkamızda bırakıyoruz. Şimdi aklımda “daha yapacak çok işi, gezecek çok yeri, keşfedecek çok rengi, söyleyecek çok sözü, duygularımızı yine ele geçirecek çok notası vardı” düşüncesi dolaşıyor sadece. İşte bu yokluk ve büyük bir boşluk demek. Hayatın öğrettiği gibi çaresiz bu boşluk duygusunu kabullenerek, minnet duygusuyla, ona “güle güle Tanju” diyebiliyorum.

Yaptıkların ve yarım bıraktıkların bizde saklı, güle güle Tanju...